Türk Sineması’nın ünlü ismi Hülya Koçyiğit, her pazar 12.00’de TRT-2’de yayınlanan “Film Gibi Hayatlar” programında konuklarını ağırlamaya devam ediyor. Programın bu haftaki konuğu, oyuncu, sunucu, tiyatrocu, seslendirme sanatçısı Okan Bayülgen oldu.
6 yaşındayken anne babası ayrıldıktan sonra yatılı okulda okuyan Okan Bayülgen yatılı okul sürecinin kendi üzerindeki etkilerini anlatırken ‘’Yalnızlık ve tek başına hayatta kalabilme güdüsünün, bu refleksin çok sert olması gibi anlatabilirim bu etkiyi. Ama bu beni başkalarını umursamayan, ‘’Ne yaparsanız yapın, ne haliniz varsa görün’’ diyen bir insan haline getirmedi. Aksine beni bu konularda, daha duygusal ve yaş aldıkça daha gelenekçi bir hale getiriyor. Gelenekçi derken, her konuda gelenekçi. İnançlar, adetler, geleneksel ve kültürel şeyler, beraber yeme-içme, beraber eğlenme, beraber üzülme konularında… Ama temelde ‘Ben tek başıma ayakta durmalıyım ve başıma bir şey geldi -bu herhangi bir şey ya da bir şey de olabilir- yanımda kimse olmayacak. Yani ben tek başımayım. Bu sabahtan, akşama kadar, uyanmadan tekrar uyuyuncaya kadar sürekli hissettiğim bir şey o bir yalnızlık duygusu var.’’ dedi.
Annesi ressam olan Bayülgen, kendisinin resim yapma yeteneği hakkında ise ‘’Kabiliyetsizim o konuda, hep acısını çektiğim bir konudur çünkü. Annem, ben küçükken resim yaparken, ben de ona katılıp bir şeyler çizmeye çalışırdım. Ama yapamazdım. Ben de annemin yaptığı resme karşılık yanına gidip ‘Bak ben de bir şey yazdım getirdim sana’ ya da ‘Bak istersen ben de sana bunu okuyayım’ derdim.’ dedi.
‘’Mozart için çok yaşlıyım dedim’’
Pandemi öncesi Amedeus tiyatro oyunuyla sahnede olan ve Amedeus’u canladıran Okan Bayülgen 1984-1985 yılında Alev Sezer ve Can Gürzap’ın oynadığı Amedeus’ta Salieri’nin birinci uşağı rolünde oynadığını söyledi. Aamedus’un kendisi için çok önemli olduğunu belirten Bayülgen oyuna başlama sürecini ise şöyle anlattı: ‘’O zaman konservatuara yeni girmiştim ve Salieri’nin uşağını oynuyordum. Çok heyecan verici bir şey, daha konservatuara yeni girmiş bir öğrencinin bu kadar büyük bir yücelerden rejisinde bu kadar büyük bir prodüksiyonda olması. Filmi yeni çıkmıştı, 84’te yeni Oscar’lar alınmıştı. Daha sonra 56 yaşındayken pandemi dönemi öncesinde, böyle bir teklif geldi. Ben dedim ki ‘Ben Mozart için çok yaşlıyım, yani Mozart 35 yaşında öldü.’ Oyunda Mozart’ı gördüğümüz hali 22, 23 yaşlarında. Onlar da bana ‘Ama Salieri de Mozart ile tanıştığında 32 yaşındaydı.’ Halbuki Selçuk Yöntem şu anda 67 yaşında.’’
‘’Mozart’a hiç benzemiyorum’’
‘’Tabii tiyatro sinemadan faklı olarak, performansın önem kazandığı, ‘Acaba orijinal adama benziyor mu bu Okan?’ gibi soruların izleyici tarafından sorulduğu bir alan. Hiç benzemiyorum. Yani Mozart’a baktığımız zaman genelde, Mozart’la ilgili çizgi resimlerde, işte bebek yüzlü, sarışın bir çocuktur. Kara, kuru bir herifin bunu canlandırması… Ama tiyatroda performansı seyirci değerlendirir ve o performansı gerçekleştiren insanlarla beraber aynı salon içinde olmaktan mutluluk duyar.
‘’Tiyatronun intikamı’’
Bayülgen, sinemanın bugün artık neden eskisi kadar rağbette olmadığını, özellikle dijital platformlarla beraber bütün dünyada sinema salonlarının boş olmasının nedenini ise ‘’Ben bunu biraz da tiyatronun intikamı olarak görüyorum. İstanbul’un Beyoğlu bölgesinde nasıl o opera salonları, tiyatro salonları sinemaya dönüştürülmüştü çok uzun yıllar önce. Şimdi neredeyse bu sinema salonlarına çare bulmak için tekrar sinema salonlarını, tiyatroya dönüştürülmeye çalışılıyor. Çünkü insanlar artık izleme değil, deneyimleme ilkesini öne koydular. Yani bir yere gittikleri zaman kendi selfielerini çekiyorlar’’ diyerek açıkladı.
‘’İnsanlar benim için bilet alıp, otobüse binip tiyatroya gelirler mi merak ettim’’
Çok uzun yıllar televizyonda olduktan sonra ‘Acaba ben bilet de satabilir miyim?’ sorusunun cevabını merak eden ve televizyon ile tiyatronun çok farklı olduğunu ifade eden Okan Bayülgen ‘Bizim için şöyle bir mutluluk oluyor, tabii ki gittiğimiz yerlerde, her şeyden önce hele hele benim gibi yıllarca televizyon çerçevesinin içerisinde kalmış birisi için bir meraktı acaba ben bilet de satabilir miyim? Çünkü televizyon bedava. Dijital platformlardan önce insanlar bir kumandanın üzerinde farklı kanalları izliyor. Orada tamam tercih ediyorlardı beni ama ‘Acaba insanlar beni görmek için bilet alır, arabaya biner, otobüse biner, tiyatro salonuna gelir buna para öder, bunu seyreder mi?’ Ve de zevk alır mı? Dolayısıyla bu benim için merak konusuydu. Şimdi çok mutluyum.’’ Dedi.
Okan Bayülgen televizyon programı yaparken bir kısmın kendisine gıcık olması bir kısmın ise çok sevmesi ile ilgili düşüncelerini de ‘’Televizyon evin başköşesinde ve sürekli açık bir monitörken bizim televizyondan bir şeyler öğrenmemiz, keşifte bulunmamız ya da ilham almamız daha kolaydı. Çünkü diyelim ki iki kardeşten biri Okan’ı seyrediyor, diğeri başka bir şey izliyor, göz misafiri oluyordu. Bazı anne-babalar beni izlemeyi yasaklamış diye çok duymuşumdur. Yani ‘Ne anlıyorsunuz bu oğlandan, bu zararlı bir oğlan’ diyorlarmış. Sonra bazı karı kocaların arasında kavga nedeni olduğumu biliyorum. İşte adam uyumak istiyor, kadıncağız seyretmeye devam etmek istiyor. Birçok kişiyle tanıştığımda bu yaşta bile üzerinden kaç sene geçmiş olmasına rağmen hanımlarla böyle tatlı ama adamları böyle homur, homur duyabiliyorum.’’ diyerek açıkladı.
‘’Kızım bütün huylarımı aldı galiba’’
Kızı İstanbul ile olan ilişkisini ise ‘’Tabii ki o babasının kim olduğunu farkında ve buna da bir şey geliştirdi. Ben çocuklaşmıyorum onunla, hiçbir zaman çocuklaşmadım, o da benle büyümeye çalışmıyor. Böyle bir şey kurguladık. Böyle bir aşk hikayemiz var aramızda. Her baba-kız arasında olan gibi’’ diyerek anlattı. Kızının kendisinden tüm huylarını aldığını söyleyen Okan Bayülgen ‘’Bütün huylarımı aldı galiba, bu konuda annesinden daha şanslıyım. Güzelliği annesinden, ama huylar benden.’’ dedi.
‘’Sanatın mikrop yuvası olduğunu düşünmüyorum’’
Pandemi döneminde sanatla ilgili etkiliklerin kısıtlanması ile ilgili düşüncelerini de dile getiren Okan Bayülgen’in konuyla ilgili açıklamarı ise şöyle: ‘’Sanatın iyileştirme gücü, bir araya getirme gücü, sakinleştirme gücünden çok söz ediyoruz son günlerde. Bir pandemi döneminden geçiyoruz ve bu pandemi döneminde tabii ki insanların bir araya geldikleri her yer risk taşıyor. Bu yerler nereler olabilir ya da olmayabilir konusu bilim kurulunda, Sağlık Bakanlığı’nda, vatandaş arasında tartışılıyor. Şimdi burada ben, tiyatronun, sanatın, konserlerin bir mikrop yuvası, bir mikrop saçma alanı olduğunu düşünmüyorum. İnsanlar yemek yemek için, eğlenmek için, düğün yapmak için bir araya geldiklerinde bu toplu toplanma alanları denetimsiz olabilir ama özellikle tiyatrolar ve konserler denetimli alanlar. Ve hep diyorum ki bu spot ışıkları altında aydınlatılmış ,kontrollü oturulan yerlerden kimseye hiçbir zarar gelmez. Ve de biz acı dolu toprakların üzerinde yaşıyoruz, bu topraklarda birçok nedenle bir araya gelmek, cenazeleri kaldırmak için bir araya gelmek, kutlamaları yapmak için birçok nedenden bir araya geliyoruz. Burada sanatın varlığı o toplanma alanlarını her türlü manipülasyondan, provokasyondan uzak tutar, korur. Sanatçılar akılsız insanlar değildir, aksine insanları bir arada tutma eğitimi onlara bir şey anlatma eğitimi görmüşlerdir. Bir sinema oyuncusuna, bir tiyatro oyuncusuna, bir soliste kadar hepsi bunu yaparlar. Bir grubu, bir kitleyi kontrol etme becerisine sahiptirler. Dolayısıyla ülkece bir acı yaşadıktan sonra, ya da ülkece bir sevinç yaşadıktan sonra, bir futbol galibiyeti olabilir vs insanların toplanma alanlarında sanatçıların olması iyidir. Manipülasyon, provokasyon, bireysel şiddet, toplu şiddet ve yabancıların tahrikinden uzak tutarlar o alanları. O toplanma alanları 150 kişilik bir tiyatro olabilir, beş bin kişilik bir stadyum olabilir.