Zeynep Selvili; Duygular, vadesi olan şeylerdir

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

“Elbette acı çekeceğiz, elbette mutsuz olacağız, elbette üzülüp ağlayacağız… Unutmayın, duygular vadesi olan şeylerdir…”

Deyim yerindeyse hayatını psikoloji bilimine adamış, eğitim hayatından bu güne uzanan başarılı geçmişinin yanı sıra, sosyal sorumluluk adına üstlendiği görevler ile de hepimizin takdirini kazanmış bir isim… Kendini sevmek… Farkındalık… Kabullenme… Şöyle bir baktığımız zaman Zeynep Selvili ile söyleşimizde en çok akılda kalan sözcükler…

-Amerika’da bulunduğunuz süre içerisinde psikoterapi üzerine çalışmalarınız oldu. Peki, Türkiye’ye geldiğinizde karşılaştığınız tablo nasıldı? Ülkemizde insanlar psikoloğa gitmeye nasıl bakıyorlar?

Önceki yıllara kıyasla bu konuda ilerleme kaydettiğimizi düşünüyorum. Fakat maalesef stigmayı hâlâ tam kıramadık. Bazılarımız için psikolojik destek almak hâlâ utanılacak ve ayıplanılacak bir şey. Kimilerimizi de değişim fikri korkutuyor ki bu Türklere has bir korku değil. Şu anki başa çıkma yöntemleri uzun vadede onlara zarar veriyor bile olsa tanıdıklar, bilindikler. Değişim demek belirsizlik demek oluyor; bu da hayli korkutucu bir düşünce olabiliyor.

-İnsanlar ağır yaşam koşulları nedeniyle sıkça psikolojik sorunlar yaşıyor. Sizce bu sorunların temelinde neler yatıyor?

“Psikolojik rahatsızlıkların temelinde tek bir neden vardır, o da şudur…” demek çok güç. Genlerimiz, yetiştirilme şeklimiz ve çevremiz psikolojik bir rahatsızlığın ortaya çıkmasında ayrı ayrı ve önemli roller oynuyor. Zaten şahsen, bağlı olduğum ekolden dolayı “neden” sorusuyla çok ilgilenmiyorum. Beni, “nasıl” sorusu daha çok ilgilendiriyor. “Bu insan neden mutsuz, neden depresyonda?” sorusu yerine “Nasıl oluyor da sıradan bir mutsuzluk kalıcı bir depresyona dönüşüyor?” sorusu benim için daha mühim. Şizofreni, Bipolar Depresyon gibi biyokimyanın yüksek oranda rol oynadığı rahatsızlıklar hakkında değil de, Tek Uçlu Depresyon, Genel Anksiyete Bozukluğu, Panik Bozukluk gibi rahatsızlıklar hakkında konuşmam gerekirse, bu rahatsızlıkların sürdürülmesinde iki faktörün çok önemli olduğunu söyleyebilirim. Bunlardan birincisi zihnimizin bize söylediklerine haddinden fazla önem verip, inanmamız; diğeri ise yalnızca bazı düşünceler aklımıza gelmesin, bazı “kötü” duyguları hissetmeyelim diye çoğu zaman hayatımızı daha renkli ve anlamlı kılacak, istediğimiz insan olmamız için bize yardım edecek aktivitelerden, ortamlardan, insanlardan uzak durmamız. Kabacası; sanıldığının aksine, sorun çok düşünmemiz değil, düşündüklerimize inanmamız. Zihnimizin bize söylediklerine inanmak derken, düşüncelerimizi gerçeklerle karıştıracak kadar onlarla iç içe geçme durumundan bahsediyorum. Yalnızca zihnimizin içinde bir ses bize “Değersizsin!” dediği için değersiz olduğumuza inanmamız, bu sebepten acı çekmemiz ve bu düşüncenin aklımıza gelmesini engellemek dolayısıyla sebep olduğu acıyı da hissetmemek için de kendimizi değersiz hissedebileceğimiz sosyal ortamlardan izole etmemiz gibi mesela.

-Peki, düşündüğümüz şey ya gerçekten doğruysa? İki kere ikinin dört etmesi kadar herkesin inanabileceği kadar gerçekse mesela, o zaman nasıl bir yol izliyorsunuz?

Düşünceler zihnimizin yarattığı gizemli ve geçici oluşumlardır. Düşünceleriniz doğru değildir demiyorum. Doğru olabilir fakat doğru olmayadabilir diyorum. Böyle bir ihtimal de var, göz ardı etmememiz gereken. Açıkçası çok da ilgilenmiyorum hangi düşüncenin doğru hangisinin yanlış olduğuyla. Yanlış mı? Doğru mu? muhakemesindense, ele aldığımız düşüncenin işe yarayıp yaramadığıyla, bu düşünceye inanmanın, ona tutunmanın istediğimiz hayata, değer verdiğimiz şeylere ulaşmamıza yardımcı olup olmadığı kısmıyla daha çok ilgileniyorum. Kilolu olduğunu düşünen ve bu yüzden sıkıntı çeken bir insanı ele alalım mesela. Ve bu insanın gerçekten de boyuna, yaşına, cinsiyetine göre olan skalada kilolu olduğunu varsayalım, objektif olarak. Bu durumda ne yapacağız? Buna rağmen o insanın düşüncesinin doğru ya da yanlış olduğunu mu tartışacağız? Veya kendini daha iyi hissetmesi için en azından sağlıklı olduğunu hatırlatıp, esasında “o kadar da” kilolu olmadığına inanmasını sağlayıp, düşüncesinin içeriğini mi değiştirmeye çalışacağız? Ne kadar işe yarayacak ki bu müdahaleler? Ben diyorum ki düşüncenin içeriğini değiştirmek yerine, düşünceyle olan ilişkimizi değiştirelim. Bu durumda o kişi kilolu olduğu gerçeğini kabul edebilir, yeter ki“kiloluyum!” düşüncesinin ve verdiği rahatsızlığın onu tüketmesine izin vermesin. O düşünceden, o rahatsızlıktan kaçmasın; yeter ki hissetmesin, düşünmesin diye çaba harcamasın. Öyle bir ilişki kursun ki o düşüncesiyle, zihni ona “kilolusun!” teybini çalmaya başladığı zaman, o iç sesi eskisi gibi özümsemeden, yargılamadan, bunun zihninin yarattığı gelip geçici bir olay olduğunu bilerek yalnızca gözlemlesin.

IMG_3953

-O halde aklımıza bir düşünce geldiğinde ne ondan kaçmaya ne de onu değiştirmeye çalışacağız öyle mi? Peki o düşünce aynı kalırsa bize acı vermeye devam etmez mi?

Devam edebilir. İyi ki bu soruyu sordunuz! Az kalsın çok önemli bir noktayı atlıyordum. Amacımız iyi hissetmek olmamalı. İlla bir amacımız olacaksa, o da hissedebilmek olmalı; hissedebilmek için kendimize izin verebilmek…İnanın, bize en büyük acıyı veren “iyi hissetmem lazım” dayatması. Alın size az önce bahsettiğim “sıradan bir mutsuzluk nasıl kalıcı ve derin bir depresyona dönüşüyor” sorusunun basitçe cevabı! “İyi hissetmem lazım” dayatması yüzünden başımıza talihsiz bir olay geldiği zaman kötü hissetmemiz yetmiyormuş gibi bir de kötü hissettiğimiz için kötü hissediyoruz. Kendimize acı çekmek, mutsuz olmak, endişe duymak, panik atak geçirmek gibi rahatsızlık verebilen duyguları, hisleri yaşamak için izin vermiyoruz ki! Sürekli bir kaçma, kaçınma çabası içindeyiz. “Aman oraya gitmeyeyim, panik atak olurum”, “aman çok sevmeyeyim, sonra üzülürüm” diyerek geçiyor hayatımız. O kadar korkuyoruz ki üzülüp acı çekmekten, rahatsızlık hissetmekten artık onu yapmayayım, bunu hissetmeyeyim derken hareket alanımız dapdar olmuş, değer verdiğimiz şeyleri yapamaz olmuşuz. Biri sorsa “nasıl geçiyor hayatın” diye, “acı çekmemeye çalışarak” diye cevap versek yeridir. Bari işe yarasa! İşe de yaramıyor ki!

“ACINIZLA BİRLİKTE YAŞAMAYI ÖĞRENİN!”

-Haklısınız, acı da hayatın bir parçası sonuçta. Acımıza rağmen yaşamayı öğrenmeliyiz diyorsunuz yani kısaca, öyle mi?

“Acınıza rağmen yaşamayı öğrenin” den daha çok, “Acınızla birlikte yaşamayı öğrenin” diyorum. Acıya rağmen yaşamak demek, sanki hala acıyı içten içe kabul etmemek demek gibi. Fırsatımız olsa yok ederiz diye düşünmek gibi… Acımıza rağmen yaşamayı öğrenmek, acıyı kabul etmekten ziyade ona toleransımızı arttırmak demek. Halbuki acıyla birlikte yaşamayı öğrenmek demek, acının burada olduğunu kabul ediyor ve yaşamaya devam ediyorum demektir. Burada kabul etmeyi, acıyı istemek, sevmek, acıya boyun eğmek, geçmesini beklemek veya dayanmak olarak kullanmıyorum. Şu andaki varlığını kabul etmekten, onu tanımaya çalışmaktan, gözlemlemekten bahsediyorum. Elbette acı çekeceğiz, elbette mutsuz olacağız, elbette üzülüp ağlayacağız. Unutmayın, duygular vadesi olan şeylerdir… Bize misafir gelmişlerken onları görmezden gelmeye çalışmak, fark edilmek için daha fazla kalmalarına sebep oluyor. Önemli olan acı çekmemek değil, acı çekerken kendimize şefkatli olmak, sevgi göstermeyi ihmal etmeyerek acının hakkını verebilmektir.

-Kulağa çok hoş geliyor. Kendimize şefkat göstermekten gerek internet sitenizde, gerekse Instagram hesabınızda yayınladığınız yazılarınızda sıkça bahsediyorsunuz. Kendimize nasıl şefkati gösterebiliriz?

Keşke bunun tek bir cevabı olsaydı. Sırrı bende değil (gülüyor). Bakmayın böyle bilirkişi gibi konuştuğuma, tüm bunları size kendime koşulsuz sevgi ve şefkat gösterebildiğim bir noktadan söylemiyorum. Ben de daha yeni yeni, ufak ufak başladım o içimdeki cezalandırıcı ve benden sürekli bir şeyler talep eden sesi kısmaya. Şefkat göstermenin birçok yolu var. Benim yaptığım bana çok iyi, size çok saçma gelebilir. Bazısı kendine sarılır, iyi gelir. Bazısı kendine mektup yazar. Onu yanında taşır, açar okur stresteyken, iyi gelir. Sevdiğiniz biri acı çekerken onu nasıl dinliyorsanız, kendinizi de öyle dinleyin. Ağlayan küçük bir çocuğa nasıl yaklaşıyorsanız, kendinize de öyle yaklaşın. Sokakta aç bir hayvan gördüğünüzde ona nasıl bakıyorsanız, kendinize de öyle bakın. Şefkat göstermek bir hedef değil. Hedefler ulaşılabilir şeylerdir. Aile kurmak, üniversiteden mezun olmak, bir yerde işe girmek… Bunlar hedef olabilir. Fakat kendimize şefkat göstermek hayatımız boyunca devam edecek bir şey; hiçbir zaman “tamamlandı” deyip, üzerini çizemeyiz. Bu yüzden de tek bir yolu, tek bir şekli yok şefkat göstermenin. Sürekli gelişebilir, geliştirilebilinir ve yaratıcılığa açık bir olgu.

-Yolumuz uzun o halde. Peki, konusu açılmışken, hayat boyu devam edecek demişken, bize biraz da gelecek planlarınızdan bahseder misiniz? Önümüzdeki yıllarda hayata dair ne gibi hedefleriniz var?

Şu anda üzerinde çalıştığım deneme tadında bir kişisel gelişim kitabı var, kendime verdiğim sözlerde durursam Eylül 2016’da tamamlanmış olacak. Ücretsiz psikoedukasyon seminerleri vererek toplumu özellikle Duygudurum Bozuklukları ve Anksiyete Bozuklukları konusunda bilinçlendirmek ve psikolojik rahatsızlıklar hakkındaki stigmayı kırmakta az da olsa bir katkım olsun istiyorum. Mayıs ayı itibariyle bu konu ile ilgili bir kaç yer ile görüşmelerim başladı. Bir kaç ay önce de Bilinçli Farkındalık ve Meditasyonla ilgilenmeye başladım. Henüz Türkiye için çok yeni sayılacak bir ekol bu. Sevgili Dr. Zümra Özyeşil’in eğitimleri sayesinde başlangıç yaptığım Bilinçli Farkındalık Temelli Terapi ekolünün teorik eğitimlerimi tamamladıktan sonra, ileride bu konuyla ilgili pratik çalışmalar da başlatmak istiyorum.

Kısaca Zeynep Selvili…

1987 İzmir doğumluyum. 2009 senesinde Miami Üniversitesi’ni  Sinema ve Psikoloji çift ana bilim dalıyla bitirdikten sonra aynı sene New York Üniversitesi’nin Uygulamalı Psikoloji bölümüne yüksek lisans için kabul oldum. Amerika’da bulunduğum süre boyunca, akademik eğitimimin yanı sıra, başta Albert Ellis Enstitüsü ve New York Aile Sağlığı Enstitüsü olmak üzere birçok farklı enstitüde; Bilişsel ve Davranışçı Terapi ile Anksiyete ve Depresyon Tedavisi, Problem Çözme Tedavisi, Travma Sonrası Terapi, Yetişkinlerde Uygulamalı Pozitif Psikoloji olmak üzere çeşitli psikolojik eğitimler aldım. Aynı zamanda New York City’de bulunan Institute for Family Health’de iki sene boyunca Bilişsel ve Davranışçı terapi yaklaşımıyla Depresyon ve Anksiyete bozukluklarıyla mücadele eden, yeterli maddi imkanları olmayan yetişkinlere süpervizyon altında psikoterapi uyguladım. Psikoterapinin yanı sıra yeterli imkanları olmayan bireylere işsizlik kurumlarının psikoedukasyon hizmeti veren sosyal sorumluluk projelerinde de gönüllü olarak çalıştım. Türkiye’ye döndükten sonra da eğitimlerime devam ettim. Geleneksel Bilişsel-Davranışçı ekolden biraz daha uzaklaşıp, yine davranışçı fakat daha hümanist ve deneysel olan Şema Terapi ve Farkındalık Temelli Terapi ekollerine yönelip, bu alanlarda eğitimler almaya başladım. Teorik eğitimlerim hâlâ devam etmekte. Şimdi bir daha fark ediyorum da, zannedersem ben ebediyen öğrenci olarak kalacaklardanım.

Hiçbir şeyi hafife almayın!

Nietzsche’nin de dediği gibi “Nedeni olan, her nasıl’a katlanır.” En dayanılmaz şartlarda bile mücadele için gücü yaşama sebebimizden alırız. Bu konuda birçok insanı yanılgıya düşürense hayatın önceden tasarlanmış mutlak ve tek bir anlamı olduğu düşüncesidir. Bu tutum bizi ümitsizliğe düşürebilir çünkü anlam değişken ve esnektir; insandan insana, günden güne değişiklik gösterir. Biri için hayatın anlamı bir başkasına yardım eli uzatmakken; bir diğeri için bu durum resim çizmek olabilir. Bu nedenle çok rica ediyorum, yaptığınız, değer verdiğiniz hiçbir şeyi hafife almayın! Hiçbir yaşama sebebi hafife alınamayacak ve karşılaştırma yapılamayacak kadar özel ve iyileştiricidir! Bir de unutmadan, psikolojik destek almanın utanılacak bir şey olmadığını hatırlatmak istiyorum. Hayat bazen çok zor olabiliyor. Ama ne mutludur ki yalnız baş etmelisiniz diye bir kaide yok. Gelin izin verin, birbirimize destek olalım.

 

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


The reCAPTCHA verification period has expired. Please reload the page.