Mine Kalpakçıoğlu, Yaptığım işin özünü 7 yaşında öğrendim

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Mine Kalpakçıoğlu tipik bir ‘Aslan kadını’. Reklamcılığın özünü daha küçük bir çocukken kavradı, babasının mesleğinden dolayı farklı ülkelerde birbirinden farklı toplumlara, kültürlere tanık olarak büyüdü, 5 lisan öğrendi. Erken yaşta atıldığı iş hayatında iddialı projejelere imza attı, sektöründe başarılarıyla adını duyurdu. Bugün 30. yılını kutladığı iş serüveninde Sayın Kalpakçıoğlu ile her şeyin başlangıcı olan noktaya döndük, hem özel hayatına hem de iş tecrübelerine dair keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Keyifli okumalar…

 ‘Yaptığım İşin Özünü 7 Yaşında Öğrendim’

– Her başarının arkasında bir çocukluk hikayesi vardır diye düşünüyorum. Nasıl bir çocukluk serüveniydi sizinki?

Ben internet çağı başlamadan önceki jenerasyonum; yani siyah beyaz televizyonlar, çevirmeli telefonlar, telexler ve posta ile mektup vasıtasıyla haberleşen son nesilde büyüdüm. Çocukluğum ve gençliğim babamın mesleğinden dolayı 4 sene boyunca bir yabancı ülkeden başka bir ülkeye taşınmakla geçti. Bu o yaşlarda çok zordu zira hem her dört senede bir yepyeni bir topluma, kültüre, lisana adapte olmaya çalışıyorsunuz hem de yepyeni okul, sınıf arkadaşları, mahalle arkadaşları edinmek zorunda kalıyorsunuz. Bıraktığınız diğer ülkedeki arkadaşları da bir nevi unutmak zorundasınız. O zaman facebook, chat, cep telefonları yok; mektup yazdığınızda 1 ayda ya eline geçiyor ya da geçmiyor. Bu da aslında beni bugünkü iletişim işimdeki temelleri sağladı. İnsanları, toplumu sıfırdan başlayarak kısa sürede anlamaya çalışmak, iletişim kurmak, sevmek ve sevilmek için çok kısıtlı bir zamanınız var ve o yüzden esas kilit noktalara odaklanmanız lazım. O zamanlar babamın işinde haftasonları yardımcı olup günlük gazeteleri ona okur tercüme eder, telexlerini hazırlardım; anneme de diplomatik davetlerde evi süslemek, düzenlemek ve sürprizler hazırlamakta yardımcı olurdum. Yani şu an yaptığım işin özünü 7-8 yaşında öğrenmeye başladım.

 -30 senelik reklamcısınız. Peki bu mesleğe ne zaman başladınız, bize kısaca hikayenizi anlatır mısınız?

Memnuniyetle, kendim de hatırlamayı çok sevdiğim bir hikayedir aslında. 14 yaşımda dedemin bana verdiği sermaye parasıyla haftasonları gittiğimiz Kapalı Çarşı çıkışındaki boncukçulardan boncuklar alıp kolye, bilezik gibi takılar hazırlayıp önce arkadaşlarıma sonra annemin arkadaşlarına daha sonra da mahellede tanıdığım komşularımıza satmaya başladım. Böylece kazandığım paradan hem dedeme sermaye parasını geri ödedim, hem de takı işine devam etmek için malzeme alımı parası biriktirdim. Böylece 3-4 sene bayağı ciddi bir cep harçlığı biriktirip ve ilk ticaretimi yapmış oldum. Üniversitede tıp eğitimi görürken kendi paramı kazanmak için Cenajans Reklam Ajansı’nda bir yaz işine girdim. Önce işin mutfağını öğrenmek için beş lisan bildiğimden beni reklam filmi çekimlerine gelen yabancı yönetmenler ve görüntü yönetmenlerinin yanına verdiler. Daha sonrasında benim reklam ve iletişim işinde birçok deneyim kazanacağım o zamanın en iyi reklam ajansı Cenajans, ardından Grey, daha sonra da İmaj Şirketler Grubu’nda çalıştım.

-İlk halkla ilişkiler projenizde kimlerle çalıştınız?

İlk çalıştığım halkla ilişkiler projeleri o zamanın büyük iş adamlarından Asil Nadir ile oldu. Birçok event ve basın ağırlamalarında bulundum. Genç yaşta başlamam sayesinde iletişim sektöründe ilerleyerek işin her bölümünde çalışarak bu sene 30. yılımı kutluyorum.

Yarış Arabasındaki El Frenini Arada Çekmek Lazım

-Her zaman enerjik ve dinamiksiniz. Durdurak bilmeyen bu yapınız yaşamınıza sürekli yeni kazanımlar sağlıyor. Tükenmişlik sendromunun moda olduğu günümüzde bu enerjik yaşamın sırrı nedir, sizden ipuçları alabilir miyiz?

Sizin de dediğiniz gibi tipik bir aslanım. Gerektiğinde durmak bilmeden çalışır istediğimi elde ederim, ama iş delege etmesini de çok iyi bilirim. İşte o aralarda kendime vakit ayırıp dinlenmesini bilirim bir sonraki mücadeleme kadar. Kendime vakit ayırır, sevdiğim şeylerle uğraşırım. O değerli zamanları çok iyi değerlendirir, kendimi yenileyecek şeyler yaparım. Bizler doğada yaşamak üzere yaratılmışız. Doğanın içinde bulunmayı çok seviyorum. Hem fiziksel hem de zihinsel olarak inanılmaz bir onarma gücü vardır. En iyi doktor, en iyi psikolog aslında doğadır. Hele doğada yapılan bol adrenalinli sporlar insanı adeta 10-15 yaş gençleştirir. En azından bende öyle bir etkisi oluyor. Dolayısıyla bu verdiğim küçük aralarda 3 ay tatil yapmış gibi çıkarım tekrar ortaya. Bunlar 1 ila 5 günlük aralar… Başarılı bir iş hayatında el frenini çekerek yarış arabasından inip temiz havayı solumak gibi bir şey bu. Arabanıza döndüğünüzde çok daha rahat kullanır ve başarıya daha çabuk ulaşırsınız.

-Yoğun iş temponuzda spor olmazsa olmazınız diyebiliriz öyleyse?

Evet, doğru. Haftada 3  veya 4 gün çok ciddi ağırlık çalışıyorum. Ağırlık çalışması hem zihnimi rahatlatıyor hem de ne kadar çok adaleniz varsa vücudunuz o kadar çok büyüme hormonu üretiyor. O yüzden çok zayıf olmasam da adalelerim çok kuvvetlidir. Ciddi kilolar kaldırıp adalelerimin hacmini yoğun tutuyorum. Bunu dışında kışın fazla olmasa da yazın birçok farklı spor yaparım. Windsurf, su kayağı, kaya tırmanması, tenis, basketbol gibi..

-Düzenli spor aktivitenizin yanında beslenmenize nasıl özen gösteriyorsunuz?

15 senedir aralıksız Muscle Private Training Studio salonunda Yiğit Kuşbeygi ve Orhan Yılmaz hocalarımın programları eşliğinde haftanın 4 günü spor yapmaktayım. Spora önem verdiğim gibi beslenme de benim için çok önemli. Spor yaptığım günler sabahları Muscle’da hazırlanan kahvaltımı, daha sonra için ise o günkü programıma uygun hazırlanmış öğle yemeğimi yiyorum. Örnek kabak spagetti… İş hayatım çok yoğun, öğle yemeği için ofis dışına çıkma  vaktim yoksa Muscle’dan hazırlanmış özel yemeğim ofise geliyor.

İşte Benim Sırrım!

-Hayatı dolu dolu yaşamanın yanında bir de T.I.M.E.PR’ın sahibisiniz. T.I.M.E.PR’ ın kuruluş süreci nasıldı? Bu alandaki çalışmalarınızdan bahseder misiniz?

T.I.M.E. yani Tasarım İletişim Medya Etüd şirketim iyi yaptığımız tüm başlıkları tek bir ismin altında topladığımız bir şirket ismidir. Kuruluş aşamasında lüks segmente hitap eden her sektördeki şirketlere  iletişim, prodüksiyon ve tasarım hizmetleri vermekteyiz. Hizmet sektöründen, gayri menkul ve inşaat sektörüne, sağlık sektöründen sanayiye  kadar yenilikçi ve özel olan her şeyin iletişim ve halkla ilişkiler servisini veriyoruz. Her ne kadar etkinlik şirketi değilsek de müşterilerimize özel etkinlikler de tasarlamaktayız.

-Peki, T.I.M.E. PR’ın müşterilerine sunmuş olduğu ayrıcalıklar nelerdir?

Bugüne kadar kendimiz inanmadığımız, beğenmediğimiz bir işi almadık. İletişimi yapabilmemiz için sahte cümleler kullanmıyoruz. Kendimizin deneyimlediği, yakın hissettiği, sosyal medya ve çevremize anlatıp beğendirebileceğimiz markalar yarattık veya aldık.

-Reklamcılık ve daha sonra halkla ilişkiler sizin için ne ifade ediyor? Reklamda başarının ölçüsü nedir?

Yeni nesil, artık basmakalıp reklamları veya iletişimleri ciddiye almıyor. Onlar için onlara özel mesajlar olması lazım. Biz sürekli çevremizde gözümüzü kulağımızı müşterilerimiz için açık tutup mesajlarımızı hedef kitleye çok özel bir şekilde ulaştırmaya çalışıyoruz. Bu epey bir mesai alıyor ama sonunda doğru işi yaptığınızda müşteri memnuniyetinden çok hedef kitle memnuniyetinden başka işler kapımızı çalıyor. Bu da tüm harcanan mesailere gayretlere bedel tabii.

‘Yeni Nesil Hafif Yaşamak İstiyor’

– Uluslararasında ve Türkiye’de önemli markaları temsil ediyorsunuz. Sizce 2016 yılında markalar halkla ilişkiler, pazarlama ve reklamcılık sektöründe stratejilerini yürütürken hangi dinamiklere daha fazla önem vermeliler?

Gerek 14 yaşında oğlumla geçirdiğim vakitten gerekse piyasaların gidişatından gözlemlediğim en önemli şey, internetin ikinci nesil çocuklarında artık doymuşluk var. İlk nesilde açlık vardı, her şeyi görüyorlar ve kısa yoldan istiyorlardı. Ama artık avuçlarının içinde o kadar çok seçenek görüyorlar ki doymuşluk geldi. Artık hafif yaşamak istiyorlar. Bir yere bağlı olmak istemiyorlar. Örneğin giyim kuşam konusunda artık markalara büyük paralar vermek istemiyorlar. Daha özel, daha onların zevkine göre yapılmış küçük markalara gidiyorlar. 2-3 kere kullanıp atacakları hafif ve ucuz mal almak istiyorlar. Dolayısıyla çoluk çocuk sahibi olana kadar bir kere serbest olmak, krediye, mala, mülke, bağlı olmak istemiyorlar. Burada da işte çok ciddi bir rekabet oluşuyor. Doğru hedef kitleyi saptayıp onlara yönelik çalışmak lazım. Ucuz ama tasarımı özel projeler  ve mallar yapmak lazım. Bunu en basit örneği olarak artık ucuz malların ciddi tasarımcılarla çalışmasını gösterebiliriz.

– Marka imajının oluşması aşamasında halkla ilişkilerin etkisini nasıl yorumluyorsunuz?

Bu zamanda beyne işlemek çok önemli diye düşünüyorum. Eskiden bunu yapmak için malzemeler çok basitti ama şimdi o kadar çok etken ve bilgi koridorları var ki, siz doğru mesajı doğru yerlerde verip dikkat çekmeniz gerekiyor. Ayrıca bunu bilinirliğiniz ve akabinde güven kazanmanız için birçok defa yapmalısınız. Doğru yoldan etkin mesajı vermek için sürekli çevrenizin nabzını yoklamanız ve gözlemlemeniz gerekiyor.

– Bu güne kadar pek çok proje gerçekleştirdiniz. En ilgi çekici projeniz arasında hangilerini söyleyebiliriz?

Bizim işimiz zaten her projeyi ilginç hale getirmek ve dikkat çekmek. O yüzden aslında hepsi kendi galaksisinde yörüngeye oturan ve yıllarca ışık saçan projeler. Godiva’ya yılbaşı döneminde  yaptığımız PR işinde karlar aleminde bir davet ile çok özel bir iletişim yakaladık. Bloomberg Şirketler Grubu Kurucusu Eski New York Belediye Başkanı için Haydarpaşa Tren Garı’nda gerçekleştirdiğimiz panel ve ağırlama, İtalyan ve Fransız Konsolosluklarına yaptığımız Cumhuriyet Bayramları ve Legion d’Honneur madalya törenleri, MaxxRoyal Kiriş için tasarladığımız Maxxweekend etkinlikleri, Venedik Sanat Bienali ile ilgili muhtelif halkla İlişkiler ve davetler bizim için çok özel projelerdendi.

– Yurt dışında da projelerde yer aldığınız. Dünya çapında hangi ünlü isimlerle çalıştınız?

Birçok isimle çalıştık. Bunların arasında Monica Bellucci, Kevin Spacey, Jennifer Lopez, Elton John, David Furnish, meşhur Yönetmen Tarsem Sing  ve Ricky Martin var. Bu isimler listenin bir kısmı diyebilirim.

-Başarılı bir iş hayatınızın yanı sıra mükemmel bir annesiniz. Oğlunuzla ilişkileriniz nasıl?

Oğlumla müthiş bir aşk hikayesi yaşıyorum. Hamile kaldığımdan beri hayatıma o kadar çok katkısı var ki, o benim gerçek arkadaşım. Sorumluluk sahibi, vatansever, iyiliksever, merhametli, karakterli bir insan yetiştirdiğim için çok mutluyum.

-Anne olmanıza rağmen oldukça güzel bir fiziğe sahipsiniz. Formunuzu korurken nelere dikkat ediyorsunuz? Bu bağlamda olmazsa olmazlarınız var mı? 

Bence sağlıklı olduğunuz sürece formda kalabilirsiniz. Senede iki kere Avusturya’da VIVAMAYR kliniğine gidip sağlığımı kontrol ettirip detoks yaparım. Burada öğrendiklerimi hayatımda dengeli uygulamaya çalışırım. Örneğin çok ağır yemekli bir geceden sonra ertesi gün oruç tutarım. Stresli bir gün geçireceksem alkali beslenmeye dikkat ederim. Tabii yapımdan dolayı da çok oturmayı sevmem; en kötü ihtimal çıkar bir yürüyüş yaparım veya gittiğim yerlerde asansör kullanmam.

-Belirtmeliyiz ki kıyafet seçiminizle de oldukça beğeni topluyorsunuz. Kıyafet seçimlerinizde nelere dikkat ediyorsunuz?

Bu soru sorulduğunda bana herhalde latife ediyorlar diyorum her zaman. (Gülüşüyoruz) Zira modayı gözucuyla takip eden bir insanım. Benim için moda kendimi rahat ve güzel hissettiğim kıyafetlerden oluşandır. Kendimi bilirim, birçok defa aylar öncesi gideceğim özel bir davete giyeceğimi seçmişimdir. Ama davetden 2 saat önce gidip tamamıyla farklı bir şey giymişimdir. Giydiklerimin o anki ruh halimle uygun olması gerekiyor. Yoksa iyi taşıyamayıp zaten rüküş gözüküyorum manken olmadığım için. Zaten hiçbir zaman da bir deri bir kemik olmadım. Daha maskülen yapılı bir vücudum var; o yüzden çok feminen kıyafetleri ne kendim iyi taşıyabiliyorum ne de onlar benim üstümde iyi duruyor.

-Sosyal sorumluluk projelerinde yer alıyor musunuz?

Tohum Otizm Vakfı ile çalışıyorum. Ayrıca kendim birkaç engelli çocuğu olan aileye destek olup engelli çocukların topluma kazandırılmasında yardımcı oluyorum.

-Motosiklet tutkunuz olduğunu biliyoruz. Bu merakınızın kaynağı nedir?

Dedemin ben çok küçükken motosikleti vardı. Beni hep arkasında gezdirirdi yazlıkta. Zaman içinde tahmin ediyorum 11 yaşında motosiklete binmeyi öğrenmiştim. Ama hiçbir zaman şehirde veya asfaltta kullanmayı sevmedim. Ben dağ, tepe, dere yolları, orman arası, deniz kenarı gibi doğa içinde olan yerlerde kullanmayı sevdim.

‘Anın Getirdiği Sürprizler Beni Daha Mutlu Ediyor’

Biraz da ileriye yönelik projelerinizden ve hedeflerinizden bahsedelim. Neler var hedefleriniz arasında? 

Ben genelde anı yaşamayı severim. Çok planlanan şeylerin hiçbir zaman olmadığına, oluyorsa da mutluluk getirmediğine inanıyorum. Ama  düş kurmak, bunların olması için de yol kat etmek gerektiğine inanıyorum. Bu yolda karşınıza çıkan fırsatları değerlendirmek içi esnek bir yaşamınızın olması lazım, ben de bunun için çalışıyorum. Planlanan mutluluktan anın getirdiği sürprizler bana daha fazla mutluluk getiriyor.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


The reCAPTCHA verification period has expired. Please reload the page.